22 Kasım 2013 Cuma

Daha önce hiç "sana bir sır vereyim mi?" demeyen adam/kadın var ya, işte o gerçekten sır tutan kişidir.

20 Ekim 2013 Pazar



Bundan on sene önce basketbol ile ilgili herhangi bir şeyle, mesela bir forma, ne kadar mutlu olduğumu hatırlıyorum. Dersaneden bir arkadaşım Kevin Garnett'in o seneki All-Star formasını almıştı mesela. O zamanlar Nba store yoktu ülkede. Korsan maldı ama kaliteliydi yani. Neyse o formayı yirmidört saat üzerimden çıkarmadığımı hatırlıyorum. Dedem&Babaannem vardı evde yatılı misafir olarak. Naapıyo bu kodumun ergeni diye düşünmüşlerdir kesin. Gerçi onların da kendi dertleri vardı o ziyarette. Hatırlamıyor oluşum unuttuğum anlamına gelmiyor. Mülayim çocuktum onlara göre. Sanırım bana söyledikleri, arkamdan ya da yüzüme karşı, hiçbir şey için kızdığımı sanmıyorum onlara. O ikilinin koruyucu ve sabırlı tavrı beni bugüne getiren önemli şeylerden. Mucize bekleme, ama umudunu da yitirme. Ben kimseyi böyle sabırlı, karşılıksız ve yeteri kadar sevdiğimi düşünmüyorum. Bunu da kimseden böyle bir şey beklediğim için söylüyorum. Beklemiyorum yazacaktım sandın değil mi? Lisedeki ingilizce öğretmenim yazıda böyle oyunlar yapılmaz demişti. I'm not writing a fucking essay now, am i? Belki de sorun o formayı o günden sonra giymediğim için hep ona özlem duymamdandır. Belki iki gün, belki yirmi gün sonra kenara atacaktım o formayı benim elimde olsaydı. "Belki" mi? Tabii lan, ne "belki"si. Bu olaydan iki yıl sonra Nba'den soğudum. Hiçbir zaman tamamen kopmadım, hep hayatımın bir parçası olmaya devam etti ve şimdi yeniden yakından takip ediyorum. Geçmiş yılların acısını çıkarıyorum şimdi.

6 Eylül 2013 Cuma

Otostopçunun Anı Defteri

Eşyalar edeplerini bilip öyle sessizce durmuyorlar işte. Hepsinin bir Vine videosu var kendince, her baktığımda kafamda loop'a aldığım. Her yazının bir öyküsü var ileride bunu kesinlikle çocuklarıma anlatırım dediğim. Her insanın bir ömrü var, onunki bitmeden benimki bitsin istediğim. Ya da varlardı(varmıştılar, varyordular)*.

*: Zamanda yolculuğun en zor yanı başka zamandaki kişilere o zamanı anlatmanın(anlattığının, anlatacağının) zor olduğudur(olmuştuğudur, olacağıyordur). Gördüğünüz üzere eşyalara bağlı anılar olduğu gibi kalırken insanlara bağlı anılar öyle olmamaktadır. Bu yazı yalnızca bunu belirtmek üzere yazılmıştır(yazılıyoracak).

23 Ağustos 2013 Cuma

Coğrafi çözüm. Ne güzel bütün sorularımın cevabı gibi. İstemediğin kişilere yüzlerce kilometre uzak, sevdiğin kişilere bir uçak bileti kadar yakın. Ama rahat duramaz ki insan. Orada da çevre olur fikirlerini düşüncelerini benimsemediğin bir sürü insanla her gün beraber olmak zorunda kalacağın. Sen onu sevmiyorsun diye onda senin sevdiğin özellikler olmayacak değil ya. Değil ya ile bitirdim ama kötü aslında. Sevmiyorsan tam sevmemelisin ama olmuyor işte. Telefonumun şarj oldum ben uyarısı milli apaçi marşımızın ilk yüzyetmişbeşmilisaniyelik kısmı olmasa şimdinin içinde kaybolup gideceğim sanki. Ne çabuk unutuluyor bazı şeyler onlardan uzak kalındığında. Bir anda yabancılaşmış oluyorsun eski coğrafyana. Yeni coğrafyayı da sevdiğinden değil, ondan kurtulmak için uğraşıyorsun.Bu sefer limanda çok halat var. Hepsi birbirine girmiş; eskisi kadar sağlam değiller, eskisi kadar temiz değiller. Ama beni en çok endişelendiren bağlıymış gibi görünenler.

13 Temmuz 2013 Cumartesi



İstiklal boyunca iftar sofrası kuruluyor. Fak dı polis. Elinde bira şişeleri(!) olan bir topluluk geliyor herkese açık yerde yapılan, herkese açık olması hedeflenen, über özgürlükçü kişilerin düzenlediği bu organizasyona katılıyor. Fak dı polis. Orada bulunan özgürlük fedaileri elinde bira şişesi olan grubu iftar sofrasından kaldırıyorlar. Başka zaman başka yer olsa polis de çağırırlardı ama neden çağırmadıklarını biliyorsunuz. Fak dı polis.

Bu gezi eylemlerine tam olarak destek ver(e)mememin nedeni de bu sözde liberaller işte. İçlerini biliyorum çünkü, işlerine gelmeyen şeyler yasaklanabilir bu insanlar için. Mesela iftar sofrasında bira içmek gibi. Çünkü bu insanların sofrasında böyle şeylere ancak izin verilir, böyle bir hakkın olamaz.

30 Nisan 2013 Salı

Last Seen

Edebi teknik olarak cümleye yanlış başlamanın bir sürü yolu var. Söylemek istediğiniz şeyi doğrudan söylerseniz o hatalı ve okuyucuyu soğutan bir başlangıç oluyor. Mümkün olduğunca dolaylandırmak lazım yani olayı. Geçen gün yediğin çoban salatanın ertesi gün bok olarak çıkmasını değil de salatanın güzelliğini, yeniş anını yazmak gerekiyor. Ben buna katılmıyorum. Pek mutlu bir bakış açısı değil biliyorum ama önemli olan hatice değil bence. Akıllı telefonlar da karşımızdaki insanı görmezden gelmemize, sosyal ortamlarda sürekli başımızı eğik tutmamıza sebep olmuyor. Eskiden, şundan bi beş-altı sene önce güzel geçen zamanları saatime bakmadan geçirdiğim süreler olarak tanımlardım. Şimdi saat yerine telefonlar var. Ve WhatsApp var. Ve last seen var. Ama karşındakinin mesajı görüp görmediği için atarlanma değil aslında olay. Niye mesaj attım da cevap vermedin değil. Ya da niye girdin ve bana bir şey yazmadın değil. Hiçbir zaman bu olmadı olay. O anda zaman senin için güzel geçiyor demek bu. Saat ikiden sonra güzel bir şey olacağından değil tabi, durumu değerlendirmek için söylüyorum. Çünkü o anda birlikte olmak istediğin kişi yanındayken telefonuna bakmazsın. Bunu yalnızca ben bilebilirim ama. Eskiden saatime bakarken kimse en son ne zaman baktığımı bilmiyordu. Sözüm ona privacy vardı. Artık ya uyuyorsun ya sıçıyorsun ya eğleniyorsun demek. Çoban salata ne biçim bir isim lan?

24 Nisan 2013 Çarşamba

Gözlerin


Bir kenti boylece bırakıp gitmek
İçinde bin kaygı bin bir soruyla
Bitmemiş bir şarkı dudağında bir yarım ezgi
Sığınmak şarkılara sığınmak bir ömür boyu

Gözlerin bir çığlık bir yaralı haykırış
Gözlerin bu gece çok uzaktan geçen bir gemi
Ellerin bir martı telaşlı ve ürkek
Ellerin fırtınada çırpınan bir beyaz yelken

Zülfü Livaneli

22 Nisan 2013 Pazartesi

Adam yaralamaktan hapse mahkum olsam mesela, hapishanede benden az suçla bulunan insanlara kibirle yaklaşırdım. Halbuki o başka ne suçlar işlemiş de eften püften bir suçtan girmiş hapishaneye belki. Geçmişini bilmeden ne artistliği değil mi?

20 Nisan 2013 Cumartesi

Serenity Prayer

God, grant me the serenity to accept the things I cannot change,
The courage to change the things I can,
And wisdom to know the difference.

9 Nisan 2013 Salı

O değil de eskiden, dünya daha güzelken, şampiyonlar ligi maçlarını ulusal televizyonlar yayınlardı. Desteklediğim takım, ki genelde yenilen taraf olur bu, kaç gol atması gerekirse onu kalan dakikaya bölüp "x dakikada bir gol atarsak kazanıyoruz" derdim. Şimdi bu aktiviteyi başka birinden şimdi oynanan Galatasaray - Real Madrid maçıyla ilgili duyunca bi hüzündürük oldum. Hüzündürük evet.

6 Nisan 2013 Cumartesi

Great Expectations


"It is a great human weakness to wish to be the same as our friends. If they are rich, we wish to be rich. If they are poor, then we don't mind being equally poor. We are not ashamed of being stupid, we are only ashamed of being more stupid than our friends. It is a matter of comparison. It is also a matter of expectation. We don't miss things that we never expected to have. We are not disappointed at being poor if we never expected to be rich."
 - Charles Dickens
 

10 Mart 2013 Pazar

İlgi


Aslında kızdığım o kadar çok şey var ki. Nereden başlasam bilemiyorum. En iyisi hiç başlamamak. Ben bir şeye başlayınca onu sınıflandırmaya, evirip çevirmeye ve kendime uydurmaya çalışıyorum. Olmuyor tabi. Her alanda olduğu gibi bu tür çabalar da emek istiyor. İstemeden emek vermek zor. Bazen hiç farkında olmadan ilerleme kaydediyorum. Son beşyüz altıyüz yıllık tarihin işime gelen kısımlarını bilen biri olarak uzun zamandır kendimi rönesans insanına benzetiyorum. Rönesansın da işime gelen kısımlarını değerlendirmeye aldığımı belirtmek zorundayım. İlgimi çekemeyecek ve ilgimi uzun bir süre üstünde tutacak bir konu yok. Oturup avon kataloğu bile okuyabilirim. İstanbul'dan yani benim için hayatın bir şeyler ifade ettiği yerden böylesine uzak olmak kötü. Yani burada geçirdiğim zamanlarda ileride işime yarayacak bir şeyler öğrenmesem zarardayım gibi. Şey, yerine yazacak, söyleyecek bir şeyi olmayanların kullandığı sözcükmüş. Kısmen doğru. Bazen söyleyecek çok şeyim oluyor. Bazen olmuyor. İlgim çok dağılıyor. Tek bir konu seçip üzerine yoğunlaştığımda bir bakıyorum zaman uçup gitmiş, yerine tercih ettiğim insanlar hayatlarına devam ediyorlar. Onlar için mutluluk ya da kıskançlık hissetmiyorum, benim dışımdaki insanların varlığı kendimi onların gözünden gördüğüm kadar önemli. Ama bunu görecek insan bulamamak daha kötü. Çok olunca ne olduğumu anlayamıyorum, az olunca bir şeyleri eksik görüyorum diye korkuyorum. Aslında ortası makbul, ama ortası var mı bu işin? Neyse ki kendime bir uğraş bulduğumda bütün bunlar dağılıyorlar. Ne olduğunu bile hatırlamadığım bir yerde duruyorlar. Ama hatırladığım bir geçmişten silindiklerini görmedim. Boş beyin kötü anıları iyi anılara tercih eder. İmla hatalarıyla dolu bir yazıda bozuk yerleri görmek gibi. Aslında hepsini görüyorum ama ilgimi noktalama bozuklukları çekiyor işte. Görmediğim hataları bilme şansım yok. İşin paradoksu da bu sanırım. Konuşmanın yazıya dökümü iletişimin yüzde yedisi miydi? Yüzde yedi olmadıktan sonra yüzde doksanüçle ne kadar mutlu olabilirsin ki? İnsanlar o yüzden beni her zaman şaşırtmaya devam ediyorlar.

Kemal Kılıçdaroğlu müjde diye vaatler  sıralamış. Akıl sağlığımı korumak adına bu vaatleri yorumlamak istiyorum. 1) gençlerin ilk teknolojik...